Blog Menü

SHAKESPEARE ÇAM FISTIĞINI YAZSAYDI

Gece sessizliğini tan vaktinin loş kıpırtılarına bırakırken, uykumun o en tatlı yerinde bir el dokundu omzuma. Az sonra, gözlerim hala kapalı, güneşin mahcup gülümseyişinin keyfini yüzümde çıkararak düştüm yola. Önümde ellerinde altı-yedi metrelik sırıklarıyla üç çocuk yürüyor. En küçük olanı, en uzun sırığı almış. Sırık sık sık ayaklarına takılıyor. O buna ve birlikte yürüdüğümüz köylülerin ona gülmelerine aldırmıyor, bana laf yetiştiriyor. Katrancı Köyü’nde kaldığım süre boyunca rehberliğimi yapan küçük Mustafa’nın ardı arkası kesilmeyen cümleleri, babasının gür sesiyle attığı kahkahalar, günü müjdeleyen kuş sesleri, cılız akan derenin şırıltısı belli belirsiz bir rüyanın içinde gibiler. Ne tam ayıldım uykumdan; öyle huzurluyum ki, ne de uyanmak istiyorum aslında.

Çok geçmiyor, gözlerim şaşkınlığımı yırtarcasına açılıyor. Nasıl açılmasın; tepemde, tam yirmi metre üzerimde koskoca iki adam ağaç dallarına taktıkları upuzun sırıklardan sarkıyor, daldan dala geçiyor, yerdeki hantallıklarına inat ağaçların üzerine dans ediyorlar.

Mart ayı geldi mi, Katrancı gibi geçimini çam fıstığından sağlayan pek çok köyde bu manzaraya rastlamak mümkün. Fıstık çamı 20-25 metreyi bulabiliyor. Uzun ve düz gövdesinin üzerine topladığı yeşil yaprakları, göğe kavuşmanın sevinciyle birden açılıvermiş gibi. Fıstığın elde edildiği kozalaklar bu yaprakların arasında. Toplayıcılar onlara ulaşmak için uzun sırıklar kullanıyorlar. Esnekliği ve düz olması yüzünden olsa gerek kavak ağacı tercih ediliyor. Sırığın ucundaki kanca, hem ağaca çıkılmasını kolaylaştırıyor, hem de fıstık toplayanın uzak dallara ulaşmasını. Buradaki çocuklar yürümeden önce tırmanmayı öğreniyor. Böyle olunca da yıllardır ağaç tepelerinde dolaşan tecrübeliler, köye gelen bir şehirlinin gözlerini yuvalarından işte böyle fırlatıyorlar.

Katrancı Köyü Muğla’nın Yatağan ilçesine bağlı. Köye ulaşmak için önce Turgut’a gitmek gerek. Orada sizi üst bagajı silme eşyayla dolu minibüsler bekliyor. Konuşkansanız işiniz kolay. Değilseniz de fark etmiyor, bu civarın insanları sizi konuşturacak mutlaka bir bahane buluyor. Yanında oturduğunuz kişinin yaşına bağlı olarak, yazın Bodrum ve Marmaris’e olan iş göçünü, yörede gittikçe azalan ahşap ustalarının varlığını, Katrancı’nın 450 hane barındırdığını, çevre köylerle birlikte tam 2500 hanenin geçimini çam fıstığından sağladığını ve bunun 4500 hektarlık arazi demek olduğunu, 1945’ten sonra tüm bu arazilerin orman alanı olarak korunduğunu öğrenebiliyorsunuz.

Katrancı, Yatağan Termik Santrali’nin yanı başında. Köye giderken hayran olduğum fıstık yeşili şimdi bana çok daha fazla şey ifade ediyor. Muhtar Hüseyin Kocagöz santralin ağaçları yavaş yavaş öldürdüğünden bahsediyor. Özellikle Haziran ayıyla birlikte bacalardan çıkan duman çam fıstıklarını yakıyor. Muhtarla birlikte köyü geziyoruz. Koca bir kozalak tepesinin önünde duruyor. İlk defa bir çam kozalağına alıcı gözüyle bakıyorum.

O anlatmaya devam ediyor : “Bunun böyle içine kapanık göründüğüne bakma. Güneşi yedi miydi gelinlik kız gibi açılıverir. İçinden bir fıstık çıkar ki, tadından yeme gitsin.” Mart ve Nisan ayları boyunca toplanan kozalaklar, önce güneşe seriliyor. Kuruyan kozalak katları açılıyor. İçinden kabuklu çam fıstığı çıkıyor. Fıstıklar kozalak artıklarından ayrılması için elekten geçiriliyor. En son aşama kabuğun kırılması. Son on yıldır artık bu iş makinelerle yapılıyor. Kabuklu fıstığın çok önemli bir özelliği var, bu haliyle on sene saklanabiliyor. Yöre halkı onu istediği zaman bozdurabileceği, değerinden kaybetmeyen altın bilezik gibi görüyor. Yine de fıstığını saklayan yok. Çünkü hem iyi fiyat buluyor, hem de talebi çok. Yaklaşık yüz kozalaktan bir kilo fıstık elde ediliyor ve kabukları kırıldıktan sonra 20-25 milyon arasında alıcı buluyor. Satış daha çok büyük kentlere ve toptan. Bölgenin fıstık üretimi yıllık 50 ton civarında. Diğer geçim kaynakları zeytincilik ve tütün.

Katrancı Menteşe Beyliği’nin merkezine çok yakın. Ancak tarihi çok daha eskilere dayanıyor. Bir tarafında Khrysaor birliğinin bir kenti olarak bilinen Stratonikeia, diğer tarafında Karia’nın önemli merkezlerinden biri olan Lagina. Stratonikeia adını İ.Ö. 281-261 yılları arasında tahtta bulunan Seleukos kralı Antiokhos’un karısı Stratonike’den almış. Kent İ.Ö. 133 yılına kadar İhtişamlı günler geçirmiş. Ancak Pergamon krallığının Roma’ya miras kalması karşısında ayaklanan Aristonikos’un kente sığınması sırasında Romalılarca kuşatılmış, halkı açlıktan kırılmış. Antik kent talihsizliğini bugün de yaşıyor. Kalıntıları, terkedilmiş Eskihisar köyünün ortasında.

Lagina’ya ise Turgut mevkiinden ayrılan toprak yoldan ulaşılıyor. Karia’nın önemli merkezlerinden biri olan kent antik bronz çağından beri yerleşim yeri olma özelliğini korumuş. Ünlü Hekate tapınağı da burada. Anadolu orijinli bir tanrıça olan Hekate’nin adı büyü ve kötülüklerle birlikte anılıyor. Perses’in kızı, Artemis’in son yüzü Ay Tanrıçası Hekate aslında “yaşam ve ölüm” tanrıçası. Belki de bu yüzden Macbeth’de Shakespeare onu baş cadı yapmış.

Yatağan, Katrancı Köyü, fıstık çamları ve termik santral… Shakespeare’in yazdığı gibi “Olmak ya da olmamak!”

Yatağan Mart 2003